Farklılığı Fark Etmek

Farklılığı Fark Etmek

1994 yılında üniversiteyi bitirdiğimde heyecanla öğretmenlik hayallerim gerçekleştiği için, içim içime sığmıyordu. Öğretmenliğin ilk beş yılında mesleği tanıma, anlama ve uygulama aşamalarında kendimi geliştirmeye başlamıştım.

Mesleki gelişim için bir çok kursa, eğitimlere katılmayı kendimi geliştirmek adına önemsemiştim. Oysa gelişimimde en önemli noktanın öğrencilerimin yarattığı farkındalık olduğunu biraz geç keşfettim.

“FARK ETMEK” ne kadar önemli bir kelime. Gerçek gözlerle görmek, durumu fark edip ortamı onlar için güvenli kılmak. Bilinçli ve farkında hareket ettiğimiz her an, sınıfta kendi potansiyelimizi de görmemiz için bir fırsattı aslında.

Bu sene meslekte 24. yılımı tamamlarken onun benim sınıfımda olmasını  çok arzu etmiştim.  Bir taraftan da neler yaşanacağından korkuyordum. Bu duygularla farkındalığımın arttığı bambaşka bir hayat ve deneyimlerin tam merkezinde olduğum heyecan dolu bir yıl daha başlamıştı. Onu ilk tanıdığım an bende tıpkı bir buz dağı gibi olduğu hissini uyandırmıştı. Görünen kısmı kadar görünmeyen yüzünün de keşfedilmesi gerekiyordu ve bize kendi hikayesi ile ilgili işaretler veriyordu.

İpuçlarını zaman içinde toplamaya başladım. Her çocuk gibi onun da farklı bir örüntüsü vardı. Tekrar edilemez potansiyeli. Arzusunu isteklerini farklı ortaya koyma isteği. Çocuk gözüyle dünyayı çok önemsediğini ve her gün yeni tecrübeler için sürekli pozitif enerjisi ile çabaladığını görüyordum.  Hem beyni hem duyguları eşit hareket ediyordu. Toplumda hep farklılıklara açık olmaktan bahsediyoruz ama, aslında zaten hepimiz farklı değilmiyiz? Bazılarımız içinde farklı, bazılarımız dışında farklı, onun farklılığı da dışarıdan belli olanlardan. Yürümekte zorlandığı için walker kullandığını ama çok kısa bir süre sonra yürüyebileceğini kendinden emin bir şekilde hepimize açıklamıştı. Bağımsız davranmayı çok seviyordu ve tüm işleri yapabilmek için sürekli bir çabalama içindeydi. Özellikle bahçe saatlerinde futbola karşı büyük bir merakı vardı. Oyuncu olmak istiyor ve bunun için walker ile koşmayı deniyordu.  Önceleri arkadaşları ona kaleci olmasını önerselerde o oyuncu olarak yer almak konusunda ısrar ediyordu. Arkadaşları da onun bu isteğine olumlu yanıt vererek karşılıklı bir öğrenme serüvenini başlatmış oldular.

Bu süreçte çocukların küçük yaşta farklılıklara karşı, yetişkinlere nazaran çok daha doğal bir süreç yaşadıklarını gördüm. Farklı fiziksel özellikleri olan arkadaşlarına acımak değil yardımcı olmak arasında ki farkı sezerek  biz yetişkinlere de ilham kaynağı oluyorlardı. Oysa biz yetişkinler olağan dışı gördüğümüz durumları yönetmekte mutlaka teknik arayışlara ihtiyaç duyuyorduk.  Onun adına karar verme, koruma içgüdümüzle ebeveyn egomuz ağır basıyordu. Bahsetmiş olduğum futbol oyunu örneğime geri dönersem, ben onun her top istemesinde, diğer çocuklara müdahale ederek “Ona da pas atarmısınız” diyerek olayı yönetmeye çalıştığımı fark etmiştim. Fakat olaya müdahale etmeden izlediğimde arkadaşlarının, oyunun başlangıç vuruşu, oyuncuların nereye koşması gerektiğini hep onun verdiği direktifle yaptıklarını izledim. Onlar sadece ilişki kurarak süreci yönetebiliyorlardı. Çocukların bu doğal empati yetenekleri ile bir duvarı kaldırmanın yolunu çoktan bulduklarını da hayranlıkla takip ediyordum. Çocukken öğrenilen yargıların ileriki hayatlarını da çok etkilediğini okumuştum. Çocuklar bu süreçleri çok çabuk dönüştürebilirken yetişkinler için ise çok  daha zor olduğu bilgisi dikkatimi çekmişti. Öyleyse yaşadığımız bu tecrübeler  öğrencilerimin farklılıklara saygı ve hoşgörü ile davranmayı deneyimlemeleri açısından da muhteşem bir fırsattı.

Öğrencilerim farklılıklara karşı hoş görülü olmayı, herkesin birbirine benzemeyerek tek ve özel olunduğunu keşfettiler. Aynı zamanda birlikte yaşayabilmek için, bu farklılıklara saygı göstermemiz gerektiği hakkında doğal bir öğrenme süreci yaşadılar. Birbirimizden farklı özelliklere sahip olmamız nedeni ile birbirimizi bütünlediğimizi farketmeleri de onlar için büyük bir deneyim oldu.

Tabi bu süreçlerde öğretmen olarak yapmamız gereken en önemli görev de her çocuk için güvenli ortamı yaratmaktı. Çocuklar güvenli bir ortamda öğrenmekten de haz almaya başlıyorlar. Böylece tüm çocuklar kendi değerleri ile yaşayabilme fırsatını bulmaktalar. Biz öğretmenler öğrencilerimizin hayatına değer katmak istiyorsak sabırlı olmalıyız. Hayatımızdaki herkes, sınıfımızdaki her çocuk bir bireydir. Herkesin tepkisi aynı olamaz. Karşılaştırma yapamayız farklılığı  tek tek görürüz. Bizim ideallerimize ulaşmak zorunda değiller. Kendi varlıklarını görmemiz lazım. Önce öğretmen olarak kendimize saygı duyarsak başkalarına da saygı duymayı öğretiriz. Çocuklar öğretmenlerinin olaylara yaklaşımlarını ve sorun çözme stratejilerini çok dikkatle takip ederek hayatlarına dahil ederler. Sınıfta bir vizyon oluşturmak zorundayız. Öğrencilerimize karşı daima adil, tutarlı ve  güvenilir olmalıyız.  Karşılaştıkları krizleri bir fırsat olarak görüp karar verebilme haklarını onlara vermeliyiz.

Aynı zamanda sınıfımızda ki tüm velileride sürece dahil etmek gerekir. İşte o zaman dönüşüm kaçınılmaz olur. Hep beraber, öğretmen, çocuklar ve veli topluluğu aynı dili konuşmaya başlarsınız. Bunun en önemli basamağı çocukların önemli bir yaşam becerisi için yakaladıkları bu fırsatları ve çocuklara kattıkları değerleri açıklamakla başlar.

Kayhan Karlı hocamın vurguladığı gibi:

“Herkes tam ve bütündür. Kimsenin tamir edilmeye ihtiyacı yoktur.” Milton Erickson

Sevgili meslektaşlarım aslında her öğrencinin farklı olduğunun farkına varmanız dileğiyle.

Yazar: MGUSP Katılımcısı Bahar TUNCAY


Kaynak

  • MGUSP Modül-1 Eğitim Notları-Kayhan Karlı
  •  Farklı Öğrenenden Farklılaştırılmış Eğitime-Tony Humphreys

Bir yanıt yazın