Öğrenme Sohbetleri 3 |Yetenek Yetenek Dedikleri, Ne Ola Ki?

Öğrenme Sohbetleri 3 |Yetenek Yetenek Dedikleri, Ne Ola Ki?

Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi, Psikolojik Danışman Yrd.Doç.Dr. Oktay Aydın ile yetenek meselesini enine boyuna konuştuk.

Oktay hocam sizin de ilgi alanlarınızdan biri olan şu sıralar çok konuşulan bir konu yetenek. Nedir bu yetenek yetenek dedikleri şey? Bir metaforla anlatacak olsaydınız nasıl tarif ederdiniz?

Yetenek aslında bizim herhangi bir şeyi yapabilme gücümüzü anlatıyor.  Bu anlamda bakıldığında yeteneği potansiyel güç olarak görebiliriz. Baktığımızda yeteneklerimizin bir çoğunu açığa bile çıkaramayabiliriz. Freud’un buzdağı örneğinden hareket edersek; aslında yetenek dediğimiz şey, o buzun hem suyun altındaki hem de üstündeki kısmı olarak değerlendirilebilir. Suyun altındaki kısmı da yetenektir. Beceri de suyun üstüne çıkmış kısmı gibidir.

Beceriden bahsetmişken. Mesela yetenek, zeka, beceri, ilgi dendiğinde terminolojik veya tanımsal olarak kavram karmaşaları yaşanıyor. Bunlar nasıl ayrılıyor birbirinden?

Şimdi sosyal bilimlerdeki kavramları ortaya koyduğunuz zaman hemen ilişkili diğer kavramlarla sınırlarını da çizmeniz gerekiyor. Bu her zaman da çok kolay olmuyor. Akıl, yetenek, ilgi, beceri bunlar hep birbirine karıştırılır. Yetenek aslında bizim herhangi bir şeyi yapabilme gücümüzü anlatıyor.  Beceri yeteneğin hayata geçmiş, eyleme ürüne dönüşmüş halidir. İlgi de bizim herhangi bir faaliyeti herhangi bir olaya duruma karşı duyduğumuz duygusal yakınlık düzeyi. Yetenek yapabilirliklerimiz; beceri yaptıklarımız; ilgiyi ise hoşlandıklarımız olarak özetleyebiliriz.

Yeteneği nasıl anlarız? Birine bakıp yetenekli olup olmadığına nasıl karar veririz?

Becerilerine bakıp anlayabiliriz. Bir kişinin yeteneğini becerileri kadar görüp anlayıp değerlendirebiliriz. Günlük hayatta yetenekle kastedilen şey daha çok beceriye dönüşmüş kısmından söz ediliyor. Birincisi, onun yetenek olup olmadığını tarif eden şey, ortada herhangi bir ürün eylem olup olmadığı. İkinci olarak o eylemin, ürünün o yaş düzeyinde kıyaslandığında belirgin bir şekilde ileride olması gerekir. Üçüncü olarak da o ürünün toplum tarafından da bir değer olarak görülüyor olması lazım. Toplum tarafından karşılığı olmayan bir becerinin anlamı olmaz.

“Eğitim sisteminin görevi çocukların yeteneklerinin önünü açmaktır.”

Kendini bilmenin, yeteneklerinin, güçlü yanlarının farkında olmanın önemli olduğunu söylüyoruz hep. Peki nasıl yeteneklerin farkına varılır?

Çocuk yetiştirmede baktığımız zaman insan bazı farkındalıklar geliştiriyor. Çocuğun yaşantıları sonunda ortaya çıkan tablolarda iyi olduğu tarafları olmadığı alanları ufak ufak keşfedebilir ama bunu bir çocuğun farkedişine bırakamayız. Sonuçta çocuk bunun küçük bir kısmını farketse bile büyük kısmının farkında bile olmayabilir. Eğitimcilerin, anne babaların yani çocuğun hayatındaki yetişkinlerin bu süreci tanıması, takip etmesi ve bir şekilde eğer bazı ışıklar görülüyorsa da ona geliştirme fırsatları sunması lazım. Eğitim kurumlarının varoluş nedenlerinden bir tanesi de psikolojik amaçtır. Orada da kişinin kendi yeteneklerini tanıması, bireysel farklılıklarını keşfetmesi esastır. Bunu da kim yapacak? Öğretmeni, annesi babası gerektiğinde de uzmanlar tarafından profesyonel testler yapılması gerekir. Bunun da olabildiğince erken yaşlardan yani anaokulundan itibaren yapılması gerekir. Çünkü bazı üstün yetenekler anaokulunda bile ipuçlarını veriyor. Mesela bir resim çiziyor, o ayrıntıları o kompozisyonu oradaki yaratıcılığı görebiliyorsunuz. Ben bu çocuğu görürsem bu çocuğun yeteneğine yatırım yapmaz mıyım? Yapmalıyım. Üstün ve özel yeteneği olan çocuklar bir noktada problemlerin de kaynağı olarak algılanıyor. Eğitim sisteminin görevi çocukların yeteneklerinin önünü açmaktır.

Bahsettiğiniz gibi çocuklar açısından durum biraz daha yetişkinin ellerinde. Peki yetişkin açısından nasıl bir keşif söz konusu? Kaç yaşına kadar keşfedilebilir yetenekler?

Burada beyin gelişimi bizim için önemli bir referans noktası. Baktığımız zaman beynin ömür boyu gelişebilen değişebilen bir aygıt olduğunu biliyoruz. Beynimiz  bize her zaman yeni beceriler sunma, yeni yeteneklerimizi keşfetme şansını veriyor. Tabi ki yaş ilerledikçe buradaki imkanlarımız sınırlanıyor mu? Sınırlanıyor. Çünkü insan ömrüne baktığımız zaman beynin gelişiminde en kritik dönem 20-25 yaş. İlk 25 sene çok önemli. İlk 25 sene içerisinde ilk 10 sene önemli. İlk 10 sene içerisinde ilk 6 sene. 6 sene içerisinde de ilk 2-3 yaş çok önemli. Şimdi sıkıştırılmış bir mantıkla bakarsak bizim ne yapmamız lazım? Anaokulundan lisenin bitimine kadar mutlaka yetenek yönetimiyle ilgili bir sistem kurmak durumundayız. Bu branş dersleriyle olacak bir şey değil çünkü branş dersleri yetenek eğitimi diye algılanmıyor. Bence okullarda sosyal kulüp kavramları branş dersleri kavramlarının yetenek programları olarak organize edilmesi gerekiyor.

Bu aynı zamanda da yeteneğe vurgu yapmak ve kavram olarak yaygınlaşması anlamına da geliyor değil mi?

Kesinlikle. Böylece yetenek kavramı eğitimin temel problemlerinden biri oluyor. Bunu bir modele oturtmuş oluyorsunuz. Sistem de bunu ölçmek, tanımak, değerlendirmek durumunda. Ders programları da ona göre kurulmuş oluyor.

Güçlü alan dediğimiz kavram yetenekle aynı şey mi?

Yeteneğe en geniş açıdan bakarsanız bizim hayatla dünyayla ilşkimizi ortaya koyarken iradi boyutta gösterdiğimiz tepkilerin hepsi yetenek kavramı içerisinde de ele alınabilir. O iradi kapsam içerisindeki beceriniz güçlüyse bu alanda sizi yetenekli diye tanımlamak mümkün olabilir. Birbiriyle anlamlı olarak ilişkilendirilmiş beceriler bütünü de olması gerekir. Mesela bir müzik yeteneğinden söz ederken, müzik yeteneği bir üst kavram, ama en minimal düzeyde baktığın zaman  bir akora basmak bir beceri midir, beceridir ama tek başına onu yetenek diye tanımlayamayız. Yeteneğin minimal düzeyde bir becerisi midir? Evet. Yeteneği küçük küçük becerilerin anlamlı bir ilişkilendirme ve bütünlük olarak görmemiz gerekir.

“Bizim ana sloganımız: Her çocuğun yeteneklerine uygun eğitim almaya hakkı vardır, üzerine kurulu.”

Yetenek alanlarımız hangileri? Çoklu Zeka teorisiyle yetenek kavramı arasında nasıl bir ilişki var?

Çoklu Zeka Teorisi eğitim literatürüne girdiği andan itibaren ilgi odağı olmuş bir teori. Aynı zamanda sayısız eleştirilere de muhattap olmuş bir teori. Bu eleştirilerin de kendi içinde tartışılabilir yanı var. Bu girizgahtan sonra şunu söyleyelim. Gardner’ın kendisi de zeka kavramını aslında biraz eğitimcilerin kavramlaştırmalarına uygun ve anlaşılabilir olması açısından kullanmış. Biraz da sanıyorum, zekanın büyüleyici bir yanı da var, o kavramı kullandığınız zaman bir parça daha ilgi çekici olabiliyor. Aslında zeka demekten öte yetenek demek benim açımdan daha anlamlıydı. Çünkü zeka dediğinde bir sürü tartışmayla karşı karşıya kalacaksın, ama yetenek dediğin zaman daha haddini bilen daha sınırını çizdiğin bir tanımlama yapmış oluyorsun. Benim de test geliştirirken ortaya koyduğum mantık da aslında bir zeka iddiasında değil daha çok algılanan yetenekleri ortaya koymak üzerine kurulu.

Yetenek üzerine geliştirdiğiniz testler ve çalışmalarınız var. Bu çalışmalardan biraz bahseder misiniz?

Çoklu Zeka teorisini esas alarak bazı testler geliştirdim. Her ne kadar Gardner’ın kendisi zekanın yeteneklerin testlerle ölçülmesi konusunda muhalefet olsa bile nihayetinde ben şuna bakıyorum. Bunun eğitim ortamlarında bir karşılığının olabilmesi için aynı zamanda çocukların yeteneklerinin de anlaşılması gerekir. Çocuğun gösterdiği eylemleri sistematik bir veri toplama mantığına dönüştürürsem bir fikrim olabilir. Dolayısıyla ben Çoklu Zeka’ya dayalı olarak anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde bir test sistemi geliştirdim. Esasında bunları test olarak algılamaktan daha çok yetenek tanıma ve takip sistemi olarak görmeyi tercih ediyorum. Böylece 48 aydan başlayarak lise sona kadar her yıl 1 kere uygulandığını düşünürsek 14 sene çocukların yetenekleriyle ilgili ölçümleme ve yol haritası çıkarabiliyorum. Yetenek trafiğini ölçebiliyorum.

Üstün yetenek mi? Baskın Yetenek mi?

Yetenekleri nasıl ölçüyorsunuz?

Yetenekleri ölçümde iki temel yolunuz olabilir. Biri performansa dayalı ölçme, bir diğeri de algıya dayalı ölçme. Performansa dayalı ölçmede, çocuğun müzik yeteneği olup olmadığını anlamak için bir piyano başına oturtman gerekir. Piyanoda verdiğin sesleri çocuğun verip veremediğini, ritmi kopyalayıp kopyalamadığını test etmen gerekir. 8 temel yeteneğin hepsini performans testiyle ölçmek uzun ve zor bir şey. Gerçek ölçmek odur aslında. Ancak bu şekilde ölçmek çocuğun günlerini, haftalarını alabilecek bir şey dolayısıyla çok zor ve aynı zamanda maliyetli de bir şey. İkinci veri kaynağımız da algıya dayalı ölçümlemeler. Tabi ki daha öznel olarak görülebilir. Ama çocuğun hayatında annesi, babası, rehber öğretmenleri, branş öğretmenleri var. Bu kadar farklı veri kaynağından bu kadar farklı gözlemi ben toplayabilir ve bunları bir şekilde raporlara yansıtabilirsem, o zaman objektif değeri yüksek bir çıktıya da ulaşabilirim.   Bizim testlerimiz algıya dayalı test; hem maliyeti daha düşük hem de yaygın kullanım imkanı sunabilen testler. Manipüle edilemez nitelikte hazırlanan testler. Çocuğun üstün yeteneğine odaklanan değil, baskın yeteneğine odaklanan testler.

Üstün yetenek değil baskın yeteneğe odaklanmaktan bahsediyorsunuz. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?

Bizim hazırladığımız testlerin üstün yetenek derdi ve iddiası yok. Bütün yetenekleri üstün olan bir çocuk , bütün yetenekleri vasat olan  bir çocuk düşün. Her ikisine de biz gelecek hazırlamak durumunda değil miyiz? O halde ben her çocuğun yeteneklerini kendi içinde sıralarsam baskın olduğu alana çocuğu yönlendirerek o alanda ona bir gelecek hazırlayabilirim. Testler manipüle edilemeyecek durumda olup baskın yetenek sıralmasını veriyor ve ona göre de kendi içerisinde önerilerde bulunuyor. Araştırmalar gösteriyor ki,hepimizin beyni doğuştan belli yetenek alanlarına yatkındır. O yatkın olduğumuz alanlarda öğrenme fırsatları sunulsa bize hem akademik hem de hayat performansı başarımız üst düzeyde olabilir. O halde bizim ana sloganımız da, her çocuğun yeteneklerine uygun eğitim almaya hakkı vardır üzerine kurulu. Beyin ne diyorsa onun üzerine ilerlemek gerekir.

O zaman sizin dediğinizden şunu çıkarabilir miyiz? Her çocuk üstün yetenekli olmayabilir ama her çocuğun baskın yeteneği mutlaka vardır ve onun keşfedilmesi gerekir.

Kesinlikle evet! Çok güzel bir özet oldu, aynen öyle.

“Yetenek Haritası ve Akademisi” adında bir proje yapıyorsunuz. Nasıl başladı bu proje?

Ben bu testleri hazırladıktan sonra bunu bir sistemle buluşturmam gerekiyordu. Bunu “Yetenek Haritası ve Akademisi” Projesi olarak projelendirdik. Proje ilk olarak bundan 3 sene önce Kartal’da pilot olarak 12 okula uyguladık sonra Kartal Milli Eğitim Müdürüyle görüştük. Bütün Kartal’daki çocukların anaokulundan liseye kadar 30.000 çocuğun yetenek haritalarını çıkarttık. Şimdi bu sene de başka bir okulda yetenek akademisi projesi yapıyoruz. Ve birkaç okulda daha bilfiil uygulamaya başladık. Bu proje yavaş yavaş bir rüzgar haline dönüşmeye başlıyor gibi görünüyor.

“Okullarda Yetenek Timi kuruyoruz.”

Proje nasıl işliyor? Bu yetenek haritaları nasıl çıkarılıyor?

Projemiz 3 modülden oluşuyor. Yetenek Haritası, Yetenek Akademisi, Yetenek Ürünleri modülü. Şimdi ilk aşamada çocuğun yetenek haritalarını çıkarabilmek için anaokulu ve ilkokulda çocuğu  tanıyan yetişkinin uygulaması gerekiyor. Öğretmen, anne ve baba ayrı dolduracak. Her üçünün gözlemlerini de ayrı ayrı raporlayacağız. Bunu önümüze koyduğumuz zaman şunu görmüş olacağız. Ortak noktalar ne, ayrışan noktalar ne. Amacımız çocuğun yeteneklerini kazımak olduğu için olabildiğince çok kanaldan veri toplamamız sağlıklı olacak. Dolayısıyla algıya dayalı öznelliği de azaltmış olacağız. Mesela her üç gözlemde de çocuğun görsel alanı baskın çıktıysa artık o çocuğun baskın yeteneği konusunda çok tereddüt kalmayacak. Tabi ki farklılıklar da olabilir, ama bu farklılıkları yine tartışmak yine bir bilgi kaynağı olacak. Anaokulu ve ilkokulda yetişkinler, ortaokul ve lisede çocukların kendisine uyguluyoruz. Bireysel düzeyde, sınıflar düzeyinde, okul düzeyinde ve semtler düzeyinde raporlar hazırlayabiliyoruz. Ve bu sayede yetenek haritalarını çıkartmış oluyoruz, 8 temel yetenek.

Ne kadar sürüyor yetenek haritalarının çıkarılması ve raporlanması?

Testlerin uygulanması yarım saat 1 saat arasında değişiyor. Tabi onun arka planında hazırladığımız programlar sayesinde raporlamalar 1-2 gün gibi kısa bir sürede çıkıyor.

Yetenek kazımları yapılıp haritalar çıktıktan sonra “Yetenek Akademisi” aşaması geliyor. Bu süreçte neler oluyor peki?

Yetenek Akademisi aşamasında da çocukların baskın oldukları alanlarda çocuğun ailesiyle de görüşerek yetenek danışmanlığı yapıyoruz. Çocuğun baskın yeteneklerine uygun yetenek programlarına yönlendirme yapıyoruz. Yetenek Geliştirme Modelinin altında programlar var. Görsel yetenek dediğimiz zaman estetik tasarımdan tutun da fotoğrafçılığa varana kadar onun alt programları var. Burada atölye kavramını kullanmıyoruz, yetenek programları kavramını kullanıyoruz. Bu ikisi biraz farklı.

Nasıl bir farkı var?

Atölye programlarında bir yeteneğin geliştirilmesi değil, daha çok eğlenceli bir ortamda bir tür hobi çalışması gibi. Ama yetenek programları kavramını kullanıyoruz ki süreğen ve yeteneği geliştirmeye odaklanan bir anlayışı ön plana çıkartıyoruz. Bulunan ortamın imkanlarına göre bir modelle çocukların yeteneklerini geliştirmeye çalışıyoruz. Orta vadeli hedefimiz yetenek programlarını standartlaştırmak.

Bir de üçüncü aşamadan bahsettiniz. Yetenek ürünleri.

Evet. Yetenek ürünleri aşamasında da amaç, çocukların performanslarını, ürünlerini kamuyla paylaşıp farkındalık ve sinerji yaratmak. Onlar da ilgi çekerse çocuk için ekstra imkanlar sağlaması, yetenek ürünlerinin süreç içerisinde o çocuğa patent sağlayacak yere kadar gidebileceği bir yer.  

Bir çocuk geldi diyelim karşınıza, bu programdan geçecek, hangi adımlardan geçiyor?  

Eğer bir okulda uygulayacaksak projenin kabaca uygulama adımları, gerekli izinler alındıktan sonra mutlaka okulda bir yetenek timi kuruyoruz. Müdür yardımcısı, rehber öğretmenleri birkaç da sınıf öğretmeninin işin içinde olduğu bir yetenek timi kuruyoruz. Koordinasyonu sağlayıp uygulamaları takip ediyorlar. Hemen projeyle ilgili öğretmen ve veli eğitimleri yapıyoruz. Böylece hem bilgilendirme yapıyoruz hem de projenin uygulama adımları konusunda onların desteğini alıyoruz. Web ortamında testleri hazır hale getiriyoruz, şifreler veriyoruz. Testler kullanıcı tarafından dolduruluyor. Kısa bir süre sonra da biz bireysel raporları hazırlıyoruz. Bu raporlar anaokulunda 8 sayfa, ilk ve ortaokulda 12, lisede 13 sayfaya kadar çıkabiliyor. Bu raporlarda hem grafiksel gösterimler var hem tablolar var hem de açıklamalar var. Çocuğun hem güçlü yanlarını, baskın ve baskın olmayan yanlarını gösteriyor. Aynı zamanda hangi mesleklere, hangi faaliyetlere dair performans gösterebileceklerine dair kestirimlerde, olası önerilerde bulunuyor. “Eğer bu becerilere şimdiki gibi devam ederse, gelecekte……” diyen opsiyonel açıklamalar. Bir fikir veriyor sonuçta. Bilimin temel fonksiyonlarından biri de yordamadır, gelecekle ilgili kestirimde bulunmaktır. Eğer o yetenek alanını geliştirmek isterse, aileye de yine önerilerde bulunan bir kısım da var. Dolayısıyla her bir yetenek alanı için dörtlü pencereler veriyoruz.  Sonraki aşamada aileleri okula davet ediyoruz ve yetenek danışmanlığı yapıyoruz. Danışmanlık yapıldıktan sonra diyoruz ki yetenek programlarımız bunlar, bunlar, bunlar. Sizin çocuğunuz sosyal ve kişisel yetenekte baskın çıktıysa eğer, diyoruz ki, liderlik, girişimcilik, hitabet gibi programlarımız var, bu programlarımızdan seçebilirsiniz. Etüt programları gibi algılanmasını istemiyoruz. Matematiği düşük çıktıysa, matematik programına yönledirme gibi bir şey yapmıyoruz, o zaten okulun yapması gereken bir şey. Biz güçlü alanlar üzerine ilerlemeye çalışıyoruz. Bu program bittikten sonra da Yetenek Festivali-Şenliği yapıyoruz.

Okul dışında bireysel olarak ailelere böyle bir hizmet sunuyor musunuz? Burada nasıl bir yol izleniyor?

Şu an benim ailelere sunabileceğim imkan, yetenek haritalarının çıkartılmasıyla sınırlı. Testleri sistem üzerinden uygulayabilir ve raporları da alabilirler.

“Bana çocuğumu tanıttınız.”

Bu programdan geçip tanık olduğunuz başarı hikayeleri var mı? Çıktılar, geribildirimler nasıl?

3 senelik bir program olduğu için o çocukların süreç içinde uzun süreli takip edilmesi gerekir. Ama anne babalardan çok güzel geribildirimler aldım. Mesela biri bana dedi ki, bana çocuğumu tanıttınız. Ben de sürekli “Çıkan raporlarla kendiniz aranızda bağ kurabiliyor musunuz” diye çocuklara da soruyorum. Şu ana kadar yüzde doksandokuzun üzerinde beni tam olarak yansıtıyor diyen geri bildirimler aldım. Bu her şeyin ölçütü olmayabilir tabi ama bir fikir veriyor.

Yetenek haritalarını anlatırken yetenek kazımı diye bir kavramdan bahsettiniz. Biraz açabilir miyiz bunu? Yetenek avcısı gibi kazıyor muyuz yetenekleri?

Biz şimdi eğitimi klasik olarak davranış değiştirme olarak tanımlıyoruz. Ruh hali olarak bu, şu öğrencinin duygusunu, kişiliğini, huyunu, suyunu değiştirebilirim demek. Şimdi bu çok problemli bir yaklaşım. Bunu dediğin an ben değiştireceğim algısıyla yaklaşıyoruz. Ayrıca böyle bir hakkı nereden görüyoruz. Bu da felsefik açıdan ayrı bir tartışma konusu. Ben şöyle görmeyi tercih ediyorum. Ben çocukların doğasına saygı duyup potansiyelini keşfetme olarak eğitimi tanımlıyorum. Böyle baktığın zaman biraz daha insanca, karşı tarafın varlığına saygı duyan bir noktayı başlangıç haline getirmiş oluyorsun. Biz keşfetme kavramından hareket etmeyi tercih diyoruz. Böylece benim görevim çocuğun var olan potansiyelini açığa çıkartmak oluyor. Her çocuğun ne kadar potansiyeli varsa o kadar. Onun üzerinden ilerlemek, potansiyelini anlamak, tanımak, kavramak ve onu beslemek esas.

Bu bahsettiğiniz algı çok kritik gerçekten. SWOT analizleri yapıldığında eskiden zayıf yanlar geliştirilmeye çalışılırken şimdi yapılan araştırmaların etkisiyle birlikte daha çok güçlü yanlar üzerine konuşulmaya başlandı gibi. Bu da bir paradigma, algı değişiminin göstergesi olabilir mi?

Çocukların hep zayıf eksik tarafları üzerinde durmak ağırlıklı olmuştur. Bunun da biraz anlaşılır tarafı var, zayıf yanlar problem yaratan taraf olduğu için kapanmak isteniyor. Eksikliklerini tamamlamayalım diye bir derdimiz olamaz ama eksiklikleri tamamlamaya odaklandığımız yerde çocukların güçlü yanlarını kaçırmak, bu da doğru değil. İnsanın doğası güçlü yan üzerinden ilerleme eğilimindedir. Şimdi bu güçlü olduğu yan da bir yeteneğe karşılık geliyorsa, ben niye onu görmezden geleyim? Kaldı ki eksikliği tamamladığınız zaman, eksiğe odaklandığın zaman kat edeceğin gelişimle, güçlü yana odaklandığında kat edeceğin gelişim arasında da farklılıklar oluyor. Artık güçlü yanları parlatmak, onların önünü açmak da eğitimin temel hedeflerinden biri olmalı. Aslında kişinin güçlü yanını beslediğiniz zaman eksik yanını da telafi etmesini sağlayabiliyorsunuz.

“Eğer yetenek çok çalışmazsa, sağlam çalışma yeteneği yener.”

Peki yeteneği geliştirmek nasıl oluyor? Malcolm Gladwell “Outliers- Çizginin Dışındakiler” kitabında bir kişinin herhangi bir konuda mükemmel seviyeye gelmesi için 10 bin saat tekrar yapması gerektiğini ve bu tekrarın yapılabilmesi için doğuştan gelen bazı olanakların var olması gerektiğini vurguluyor. Yetenek bu şekilde gelişebilir mi?

Üzerine çalışmadan emek harcamadan hiçbir yetenek değer haline kolay kolay gelemez. Biz yeteneği vurgularken, çalışmayı da es geçemeyiz. 10 bin saat kuralı da bir şeyin üzerinde emek harcamayı vurgulaması açısından anlamlı. O biraz uzmanlık ve profesyonelleşmeyi anlatan da bir teori, sadece yetenek üzerine giden bir şey değil. Düşünün ki iki kişi var, ikisi de 10 bin saat emek harcıyor, birinin yeteneği 10 üzerinden 9, diğerinin yeteneği 4. İkisi de 10 bin saat çalışınca aynı noktaya gelir mi gelmez mi, bu da tartışılması gereken bir şey. Sonuçta ikisi de çalışmak zorunda, çalışırsa ikisi de gelişir. Sadece potansiyel bir yeteneğiniz var diye ona güvenip de çalışmadan bir yere varmak mümkün değil.

Geçenlerde 10 bin saat kuralına karşı olarak gösterilen 20 saat kuralını anlatan Josh Kaufman’ın “The First 20 Hours” adlı kitabına denk geldim. Kitap, edinmek istediğimiz herhangi yeni bir yetenek için 20 saatlik bir çalışmanın yeterli olduğunu savunuyor. Bu nasıl geliyor peki?

İlk bağın kurulması ve beynimizde iz haline gelinmesi doğru olabilir, ama nereye varmak istediğimize bağlı. Diyelim ki, 20 saatte beyninizde bir iz bıraktınız, sonra ilgilenmediniz, araya zaman girdi tekrar döndüğünüzde devam edebilmeniz için yeterli bir saat olabilir.

Bu bana  “Eğer yetenek çok çalışmazsa, sağlam çalışma yeteneği yener.” sözünü hatırlattı Oktay hocam.  Bir de gündelik hayattan örnekler var: “Çocuğum zeki ama çalışmıyor, üstün yetenekli de çalışmayı sevmiyor işte. Bir çalışsa kim bilir daha neler yapacak da.”

Evet bunlar çok sık duyduğumuz söylemler anne babalar tarafından.

Yeteneklere uygun eğitimden bahsediyorsunuz. Eğitim kurumlarının sınav eksenli olmaktan çıkıp yetenek eksenli olması gerektiğini söylüyorsunuz. Bunun için nasıl çalışmalara ihtiyaç var? Mesela bir okul yöneticisi nasıl ve nereden başlayabilir?

İnsan ve yetenek odaklı bir eğitim benim önemsediğim bir şey. Sınavlar önemli ama her şeyin dezavantajları da oluyor. Sınav olunca ne oluyor? Çocuğun yetenekleri, ilgileri ihmal ediliyor. Eğitimin ana amaçları kaybolmaya başlıyor. Stres, kaygı gibi problemler çıkıyor. Bu sınav baskısı yerine biraz daha insana ve yeteneklere odaklanan bir dönüşümü gerçekleştirmemiz lazım. Bütün bir yapıyı değiştirmesini beklemek bir öğretmen ya da yöneticiden pek mümkün değil, ama şöyle olabilir. Çocuk müzikle, sporla sanatla uğraşırsa derslerinden kalır, başarısı düşer diye bir algı var, en azından bu algıyı değiştirebilir mi? Evet değiştirebilir. Çünkü araştırmalar gösteriyor ki makuliyet ölçüsünü kaçırmadan çocukların özel yetenek alanlarıyla ilgili çalışmalara katılması akademik başarısını düşürmüyor, arttırıyor. Bizim projemiz de genel eğitimi bozmuyor zaten, biz okulun çıkış saatlerini ve haftasonlarını bu proje için kullanıyoruz. Bizim proje gibi projeleri kendi okullarında kendi imkanlarıyla geliştirebilir. Okul çıkış saatlerini bu proje için kullanabilirler. Bir de ders  süreçleri içinde çocukların yeteneklerine dair birtakım keşifler yapabilirse öğretmenler , dersin işlenişini yetenekleri hesaba katarak ders işleme ve materyalleri yapılandırmasını sağlayabilir. Sistemi dönüştürmüş olmaz belki ama kendi içinde çocuklara müthiş bir katkı sunarak anlamlı bir iş yapmış olur. Bununla ilgili ne kadar çok kişi çalışırsa da sistemin dönüşmesi için de o kadar katkı sağlamış olur.

“Benim çocuğumun gerçeği nedir?”

Peki anne babalar çocuklarının yeteneklerini keşifle ilgili neler yapabilir?

Bizim toplumumuzda anne babalık biraz içgüdüsel anne babalık. Ne yapıp ne yapmamız gerektiğini doğanız dikte ediyor zaten, bu da çok değerli bir şey aslında. Ama artık günümüzde içgüdüsel anne babalık yetmiyor.  Bilimsel araştırma üretiliyorsa bunları görmezden gelmek doğru olmaz. Anne babaların biraz bu konularla ilgili kitap okumaları ve bilinçlenmeleri gerekir. Çocuğun eğitimi noktasında beynini şuna konsantre etmesi gerekir: Benim algıladığım benim istediğim çocuk değil, benim çocuğumun gerçeği nedir? Çocuğunun varolan tablosunu anlamak üzerine hareket etmelidir. Bu da zor bir şey tabi, anne babalık yüksek bir duygusallıkla yapılıyor. Ama olabildiğince çocuğun gerçeğini tanımak durumunda. Okula yakın işbirliği halinde olup rehber öğretmenleriyle yapacağı görüşmelerde çocuğuna dair elde edeceği her yeni bilgiyi değerlendirmeye ve dikkate almalıdır. Çocukların yeteneğini tanımakla da yetenek fetişizmi yaratmanın anlamı yok. Şunu bilmeliler: İlla çocuğumda deha düzeyinde bir yetenek olması gerekmiyor. Yetenek meselesini de takıntı haline getirmemek gerekir. Çocuk da yeteneğe dair herhangi bir parça görürse, kendi imkanlarına bakarak evde, okuldaki imkanlardan yararlanmayı değerlendirmelidir. Okuldaki yöneticileri bu anlamda yönlendirebilir.

“Öğretmenler, değiştirme ruh halinden keşfetme ruh haline geçmeli.”

Öğretmenler öğrencilerin yeteneklerini nasıl ortaya çıkartabilir? 

Aynı şey onlar için de geçerli. Öğretmenler, değiştirme ruh halinden, keşfetme ruh haline geçmeli. Öğreten olmaktan daha çok öğrenmeyi paylaşan, bilgiyi paylaşan ruh hali olmalı. Kendi imkanları içerisinde çeşitli gözlem ve değerlendirme envanterleri var. O tür malzemeleri kullanarak çocuğun yeteneklerini keşfedip veri üretebilirler. Mutlaka çocuklarla ilgili gözlemlerini kayıt altına almalılar. Kayıt altına alırsalar, yıl içinde çocuğun mesela yaptığı elli şeyi kayıt altına aldıklarında o şeyler çocuk hakkında çok isabetli oluyor. İyi bir gözlemci olup kayıt altına almalarının değerli olduğunu düşünüyorum. Onun dışında okulda motivasyonu arttırabilir ve yöneticileriyle birlikte hareket edebilseler yetenekle ilgili çalışmaları planlayıp organize edebilirler. Ve anne babalarla sürekli iletişim halinde olmayı dikkate almalılar.

Genel olarak çocuklarla ilişkili olan herkesin yetenekle ilgili yapabileceği mutlaka bir şeyler var diyorsunuz. Bu noktada çocuğa keşfetme odaklı bakabilmenin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Bunlar üzerine son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Öğretmenlerin, anne babaların, yöneticilerin de insan denilen varlığı gerçekten tanımaları gerekiyor. Çocukların istenmeyen davranışlarıyla karşılaştıklarında, bunu sorun kavramıyla değil, bulmaca kavramıyla tanımlasınlar. Sorun diye tanımlarsalar, sıkıntı ve öfke duygusu tetiklenir; bulmaca diye tanımlarsalar merak ve anlama duyguları ve istekleri daha ön plana çıkar. Her istenmeyen davranışı çözdüklerinde çocuklara dair biz gizi de çözmüş olurlar. Bu müthiş bir şey.  

Aslında bir yerde insana yani kendilerine dair de bir şeyi çözmüş oluyorlar.

Kesinlikle öyle.

Çok keyifli bir röportaj oldu, teşekkür ederim Oktay hocam. Yeteneği yedik, bitirdik:)

Benim için de öyle. Ben de teşekkür ederim Eda, bu fırsatı yarattığın için.

1 comments

Bir yanıt yazın