Okul Deneyimsizliği

Okul Deneyimsizliği

Herhangi bir üniversitenin eğitim fakültesini kazandıysanız yiyeceğiniz ilk dakika gollerinden birisidir “okul deneyimi” dersi.  Tam da saçı sakalı uzatacağım, şöyle kıyafetler alacağım, böyle kotlar giyeceğim derken oldu mu şimdi? Yıllardır takım elbise giymemişsin, etek almamışsın, kumaş pantolon yok, altına da ayakkabı lazım. Üstelik de ilk defa gittiğin bir şehirdesin. Eve/yurda yeni yerleşmişsin, bir sürü para lazım. Nereden ne alınır bilmiyorsun. Hop, memlekete ilk gidiş-gelişler başladı. Sanırsın gelin, damat olacaksın.

Bu süreç hemen hemen her gencin başından geçmiştir. Fakültenin “Artık liseli değilsin, geçtiğin o sıralara bir de şimdi öğretmen adayı olarak bak.” dersine hepimiz hoş geldik zamanında. Peki, o bize hoş geldi mi? Doğrusu kişiden kişiye değişti. O zamanların tabiriyle “kafa dengi” hocalara denk gelenler yaşadı. Hem fakültedeki hoca hem de okuldaki rehber öğretmen kafa dengiyse de iki kat yaşadılar.

Hepimiz dersleri  gözlemledik ya, hemen “-mış gibi” raporlar hazırlayıverdik. Bir şekilde geçtik o derslerden. Birkaç yıl sonra yeniden geldi aynı ders önümüze. Sanki ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan üç günlük yemek. Bu sefer tek fark sadece gözlem yapmıyorsun, ders de anlatıyorsun.  Bir şekilde bu dersten de geçtik.

Mezun olduktan  yıllar sonra “Bu uygulamadan aklımda neler kaldı? Okulda geçirdiğim süre yeterli miydi? Kendimi geliştirebildim mi? Öğretmen yetiştirmede fakültenin ve bu dersin yeri nedir? diye uzun uzun düşündüm. Sonra gözümün önünden geçen film karelerinde şunların olduğunu gördüm:

  • Gözlem yapmaya mı geldik, gözleniyor muyuz belli değil. Okul müdürü bile bayan arkadaşın kumaş pantolonunda çizgi yeterince belli değil diye hepimizin içinde arkadaşımızı fırçalamıştı. Sonradan öğrenmiştik ki arkadaşımızın ütüsü yokmuş ve halının altında bir gece pantolonu bekleterek çizgi yapmaya çalışmış.
  • Okulda rehber öğretmenimizin suratı bir karış. Görev zorunlu gelmiş çok belli. Sınıfında onu takip eden birini istemiyor. Malum, biz varken o derse daha hazırlıklı gelmesi gerekecek. Çözüm: “Sizin her zaman gelmenize gerek yok. Ben rapor yazarken size destek olurum.”
  • Öğretmenler odasındaki yazı: “Stajyerlerin çaylarını kantinden almaları rica olunur.”

Sonuç olarak okul deneyimi dersi işe yaradı mı? Hayır. Fakültede öğrendiklerimizi kullanabiliyor muyuz veya işe yarıyorlar mı? Hayır.

Eğitim fakülteleri işin  mutfağına girmemiş, hiçbir zaman öğrenci-veli ile karşı karşıya gelmemiş öğretim üyesi/elemanı/okutmanı vb. unvanlarla dolu. Keşke  kendi yazdıkları/derledikleri kitapları ders kitabı olarak belirlemekten ve bu kitapları zorunlu olarak öğrencilerine –yani bizlere- satmaktan vazgeçseler. Keşke birazcık da öğrenci, veli, öğretmen gibi kavramlara SPSS programları aracılığıyla değil de doğrudan yaklaşsalar. Keşke hizmet içi eğitimlere destek verseler. Keşke özel okulların öncülük ettiği öğretmen gelişimine odaklanmış konferanslarda, seminerlerde onları daha çok görebilsek. Ah keşke…

Akademisyenim, bu yazılar sizlere ağır mı geliyor? Peki, o zaman KPSS denen illet sınavda atanamayan ya da alan sınavı adı altında gülünç bir sınavdan gülünç bir sonuç alan öğretmenlerim bu duruma hazır mıydı? Haydi, atandı diyelim. Beş, altı yıl boyunca belki de Türkçe bile bilmeyen bir mezrada yaşayacak ve Türkçe bilmeyene öncelikle okuma yazmadan evvel Türkçe öğretmek zorunda kalacak öğretmenime gerekli sosyal-psikolojik alt yapıyı mezun olduğu üniversite kattı mı? Bu öğretmenlerim mevzuat nedir? Defter nasıl doldurulur-çok da önemli ya- biliyorlar mı? Bir sosyal medya hesabında öğretmen grubuna üyeyim. Gruptaki yazışmalar yeni atanan öğretmenlerin yardım çığlıklarıyla dolu. Bu öğretmenler yeterince donanımlı değilse üniversitelere neden alındılar. Ya da Türkiye şartlarında görev yapabilecek şekilde neden eğitilmediler? Haydi, eğitilmediler diyelim. Nasıl mezun oldular ve nasıl görev yerlerine atandılar.

Akıllara gelen bu soru silsileleri uzman akademisyenlerce bile cevaplanacak cinsten değil. Onlar ne yapsın? Aralarında işini ustalıkla yapanlar da yok değil. Onların önünde eğiliyor ve onların kitaplarını bizzat edinmeye çalışıyorum.

Mezun olan öğretmenlerin öğretmenliği asıl manasıyla öğrendiği tek bir yer var: okul. Yine öğretmenleri yetiştiren en iyi akademisyenler okulda bulunuyor: öğrenciler.

Okul deneyimi dersinden konu açıldı. Konu yine oraya geldi malum. Çok iyi bir yapılanma ile “okul deneyimi” uygulamaları yeniden düzenlenmeli. İnşa edilen her okulda okul deneyimi için okula gelen öğretmen adaylarına ve akademisyenlere geniş bir yer ayrılmalı. Deneyimli öğretmenler, aday öğretmenler ve akademisyenler sık sık bir problem dâhilinde bir araya gelmeli ve bilgi paylaşımında bulunmalı. Derslikler, bahçeler, sosyal alanlar vb. yerler sürekli gözlemlenmeli. Hatta eğitim fakültelerine bir yıl daha eklenmeli ve öğretmen adayları son bir yıl tamamıyla okulda bulunmalı. Bu yolla eğitimde usta-çırak kültürü canlandırılmalı ve “deneyim” kavramına hak ettiği değer verilmeli.

Okuldan uzak bir öğretmenlik eğitimi asla düşünülemez. Tıp fakülteleri hastanenin yanında inşa ediliyorken eğitim fakültelerimiz neden rektörlüğün karşısında konumunu alıyor? Tıpkı tıp fakültelerinde olduğu gibi eğitimin otopsisi yapılmalı. Eğitimin can damarları, omurgası, işleyen sistemleri ve müdahale edilmesi gereken yerleri tek tek belirlenmeli.

Unutulmamalıdır ki bu ülkede eğitim sisteminde bir sorun varsa sorunu donanımlı öğretmenler giderecektir. İyi yetiştirilen bir öğretmen sistemi değiştiremeyebilir ama her şeyi değiştirecek bir öğrenci yetiştirerek gelişimi ve değişimi ateşler.


Yazan: Mustafa ŞAHAN / Türkçe Öğretmeni

1 comments

  • Bizleri yetiştiren en iyi akademisyenler öğrencilerimiz… Pek çok şeyin özeti aslında.
    Kuramsal temellere dayandırılmayan eğitimin işlerliğinin sorgulanması gerektiği gibi öğrencilerin gözünden kalbine akamamış öğretmenler de sorgulanmalı. Son günlerin mottosu haline gelen deyimle “ paradigmaar değişmeli” .

Bir yanıt yazın